Evlilik Aşkı Öldürür mü? Aşkı Bitiren Nedenler Neler?

Evlilik ve aşk, insanlık tarihinin en derin ve en çok tartışılan konularından biridir. Özellikle de aşkın, evliliğe dönüşmesiyle birlikte bazı duyguların değişip değişmediği sorusu sıkça gündeme gelir. “Aşk evlendikten sonra biter mi?” sorusu, pek çok kişinin kafasında cevapsız kalan bir soru olmuştur. Bunun ardında yatan birçok farklı psikolojik ve sosyal etken bulunmaktadır. Bu yazıda, bu soruyu farklı açılardan irdelemeye çalışacağız. Jacques Lacan’ın “İnsanın her talebi sevgiyedir” sözü, aslında bu soruya yanıt vermek için oldukça derin bir başlangıç noktası sunuyor. Lacan, insanın temel arzularının altında yatan duygusal ve psikolojik dinamikleri keşfederken, bu arzuların çoğunun aslında sevgi ve ait olma ihtiyacıyla bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Bunu düşününce, aşkın bir insanın temel duygusal ihtiyacını karşıladığını ve evliliğin de bu ihtiyacı farklı bir şekilde şekillendirdiğini söylemek mümkün. Yani, aşk bir yerde varlık sebebini “sevgi”ye bağladığında, bu sevgi, ilişkinin evlilik aşamasına geçişiyle birlikte de farklı bir boyut kazanabilir.

Evlilik, toplumsal ve bireysel birçok yükümlülüğü beraberinde getiren, aynı zamanda duygusal bağları derinleştiren bir kurumdur. Ancak bazen insanlar evlenince, o başlangıçtaki tutkulu ve heyecan verici aşkın kaybolduğunu hissedebilirler. Bu durumun nedeni, ilişkilerin evlilikle birlikte belirli bir rutine girmesi, günlük yaşamın stresleri ve sorumlulukları olabilir. Evlilik, daha çok ortaklık ve birlikte yaşamaya dayalı bir yapı oluşturduğu için, başlangıçtaki “aşk”ın anlamı zaman içinde farklı bir hale gelebilir. Ancak bu, aşkın tamamen bitmesi anlamına gelmez. Birçok çift, evliliklerinde derin bir sevgi ve bağlılık geliştirir, fakat bu sevgi, daha az tutkulu ama daha güvenli ve istikrarlı bir şekilde varlığını sürdürür. Lacan’ın psikolojik perspektifinden bakıldığında, aşkın kaybolması ya da evlilikteki romantizmin azalması, aslında bireylerin içsel boşluklarını daha farklı şekillerde doldurmayı amaçlamalarından kaynaklanıyor olabilir. Evlilik, başlangıçta yoğun bir tutkuya ve istekle şekillenmiş olabilir, ancak zamanla bireylerin birbirlerine karşı hissettikleri duygu, daha çok bir derin bağ ve karşılıklı anlayışa dönüşebilir. Aşk, sadece başlangıçtaki arzu ve heyecanla değil, zamanla büyüyen, paylaşılan anılar ve deneyimlerle pekişen bir bağ olabilir. Birçok kişi, evlilikle birlikte aşkın bittiğini düşünse de, aslında bu bir illüzyondur. Evliliğin ilk yıllarında yaşanan yoğun duygusal tepkiler, zamanla daha dengeli bir hale gelir. Bunun anlamı, ilişkinin derinliğinin ve kalitesinin arttığıdır. Aşk, evlilikle birlikte farklı bir biçim alabilir; bu, birbirine duyulan güven, sadakat, destek ve anlayış gibi duygularla şekillenir. Yani, evlilik aşkı bitirmez; sadece aşkın dinamikleri değişebilir.

Bir diğer önemli konu ise, evlilikteki zorluklar ve stresin, bireylerin aşkı nasıl hissettiklerini etkileyebilmesidir. Çiftler, evlilikle birlikte karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, bazen birbirlerine duydukları aşkı yeterince gösteremeyebilirler. Ancak bu, aşkın bittiği anlamına gelmez. Aşk, bir ilişkiyi sürdürmenin temel dinamiklerinden biridir ve zaman zaman zorluklarla karşılaşan çiftler, bu zorlukları aşarak ilişkilerini yeniden canlandırabilirler. Evlilik ve aşk arasındaki ilişki karmaşık ve çok boyutludur. Aşk, evlilikle birlikte değişebilir, ama asla kaybolmaz. Çiftler, zamanla birbirlerine daha derin bir sevgi ve anlayış geliştirebilir, bu da evliliğin temeline güçlü bir bağ ekler. Evlilik, bir yolculuktur; bu yolculukta, aşkın dinamikleri zamanla evrimleşse de, esas olan birbirine duyulan güven ve bağlılıktır. Aşk, bir anlık tutku değil, paylaşılan bir deneyimdir. Bu yüzden, evlilikle birlikte kaybolan aşk değil, sadece onun biçimi değişir. Birçok çift, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde ebeveynleriyle kurdukları ilişkilerin etkilerini evliliklerinde fark etmeyebilir. Evliliklerinde karşılaştıkları içsel ve dışsal çatışmaları yalnızca mevcut duruma atfetme eğilimindedirler. Çocukluk döneminden yetişkinliğe geçiş sürecinde maruz kalınan ebeveyn tutumlarının, ilişkiler üzerinde uzun vadeli etkileri olabileceği genellikle göz ardı edilir. Erken yaşta yapılan evliliklerde, çiftler genellikle birbirlerinin kişilik özelliklerini ve davranış biçimlerini zamanla daha iyi kavrayabilirler. Bu farkındalık, çoğu zaman evlilik ve aşk arasındaki ilişkiyi sorgulamalarına neden olabilir.

Sevgi ve aşk kavramları üzerinde düşünürken, sevebilmek için önce sevilmiş olmak gerektiğini unutmamak önemlidir. Aşk, genellikle ötekinin sevebilme potansiyeli ile ilişkilidir. Her birey, diğerlerinde farklı nitelikler ve özellikler arar. Aşık olduğumuzda, çoğu zaman ötekinde kendimize dair narsisistik bir doyum ararız; yani, karşılıklı duygusal tatmin ve yansımanın peşindeyizdir. Kendisiyle ilgili duygularını yeterince tanımayan bir birey, öteki ile tam bir bütünlük sağlayamayabilir ve bu eksiklik duygusunu tamamlanmış gibi hissedebilir. Evlenmekle birlikte, kişinin kendi arzusunun farkına varması ve ötekinin arzusunu istediğini anlaması, ilişkilerde bir tür çatışma ve karmaşıklık yaratabilir. Bu durum, bazen evliliğin aşkı öldürdüğü düşüncesine yol açabilir.

İnsan hayatında eksiklik duygusu kaçınılmazdır ve bu eksiklik hissini giderebilmek için bir bütünlük duygusuna ihtiyaç duyarız. Öteki tarafından onaylanmak, yetersizlik duygularını kapatmak için önemli bir araç olabilir. Flört dönemi, çiftler arasında bir ideal, umut ve fantezi oluşturur. Bu fantezilerin gerçekleşme umudu ve gerçekleşememe korkusu, flörtün dinamiklerini şekillendirir. İlişkinin sürdürülebilir olması, bir miktar kuşku ve belirsizlik gerektirebilir; çünkü tanımlayıcı her söz, aslında bu fantezinin sona ermesini işaret eder. Çiftler, bu gerçekliği çoğu zaman fark edemezler ve bu farkındalık eksikliği, ilişkinin dinamiklerini karmaşıklaştırabilir. Evlilik, aşkı doğrudan öldürmez. Ancak evlilik, flört dönemindeki idealize edilmiş fantezilerin yerini gerçekçi beklentilerin alması anlamına gelir. Evlilikte, flört dönemindeki heyecan ve tutku zamanla değişebilir ve bu durum, çiftler arasında heyecanın kaybolduğunu hissettirebilir. Evlilik, aşkı öldürmektense, flört dönemindeki romantik fantezilerin gerçeğe dönüştüğü bir aşamadır. Bu değişim, ilişkilerde derin bir bağ kurmayı ve uzun vadeli bir tatmin arayışını mümkün kılabilir. Lacan’ın belirttiği gibi, insanın her talebi sevgiyse, bu talep, ilişkilerimizdeki dinamiklerin ve duygusal gereksinimlerin anlaşılmasında kilit bir rol oynar. Aşk ve evlilik, bu dinamiklerin sürekli bir şekilde değiştiği ve geliştiği süreçlerdir. Her iki aşama da, ilişkilerin nasıl evrileceği ve insanların birbirleriyle nasıl bir bağ kuracakları konusunda önemli ipuçları sunar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir